|
şafak ay
sayfa:2
|
|
|
bir ev
bir ev
tahtaları gıcırdayan bir ev...
boyaları dökülmüş
dedemin hacılığından kalmış kapı ve pencerelerin
yeşilliği...
ondan sonra da değiştiren olmamış.
el işi perdeler... örtüler , minderler hepsi el işi...
alt katı ahırmış eskiden.
kokuya dayanamayınca ev ahalisi yenisini yapıp
taşımışlar.
şimdi odunluk gibi ama boş...
otların , samanların olduğu zamanları hatırlarım...
sonbaharda toplayıp yığdığımız fındık -söğüt
yapraklarının altında
nereden geldiğini bilmediğim
şekerler bisküviler...
bunun allah'ın bir ikramı olduğunu düşünsem de
içteniçe korkardım yakalanırım diye...
çok sonraları öğrendim bisküvileri ve şekerleri
babaannem biz yemeyelim diye saklarmış...
bir adam...
deli dolu bir adam...
hem deli , hem dolu , hem adam..
hayatı hayvanların peşinde geçmiş.
mutlu .
iki koyun oldumu yanında değmeyin keyfine.
koyunlar da onu seviyor...
peşinden ayrılmıyorlar..
benim peşimden de gelsinler diye az mısır koçanı ,
az mısır ekmeği taşımadım cebimde..
faydası yok...
bambaşka şeyler var aralarında...
bozulmamış ve taptaze...
saf yani temiz ve hiç evlenmemiş..
anacığım bizim eve gelin gelinceye kadar deliymiş..
anamdan sonra yıkanmaya başlamış..
sudan korkar kaçarmış..
bir fotograf
çay içiyoruz...
tamam...
biliyorum...
ben içiyorum..
sen soğuk bir fotoğraf
karesinden bakıyorsun...
biliyorum...
tamam...
sus...
bir dere
evimizin aşağısında şırıl şırıl akan bir dere...
yazları balık tutmak için birebir...
kışları azıyor suları...
üzerinde köprü olmayan bu su ...
geçit vermiyor bize...
kocaman bir söğüt ağacı (söğüt müydü)...
köklerini sökerek uzatmış karşı kıyıya...
kim bilir kaç yıldır köprü oluyor bana ve bize...
kendi hayatını sunuyor ağaç...
bizse birkaç sene sonra ...
üzerine betonarme bir köprü kurup keseceğiz...
vefa yitik malımız bizim...
yine aynı adam
ve her sel geldiğinde sırtına alıp ,
paçalarını dizlerine çekerek
beni karşıya geçiren bir adam...
gitmekten hiç te hoşlanmadığım ilkokula ...
beni zorla götüren...
bir deli
deli !
-deli sensin...
yağmur yağması sevinç sebebidir bizde...
her ne kadar çamur olsak da ...
ıslansak da...
sırılsıklam...
yağmur güzeldir...
şemsiye taşımamayı ,köyümün
yağmurlarından öğrendim ben...
hayvan yaymaya gittiğimizde ıslanırdık deliler gibi...
bir de mantar toplamaya giderken sabahları...
daha gün ağarmadan kalkıp ,
dağa çıkışımız...
mantar bulabilirsek ne ala...
bulamazsak yağmurun ıslaklığı...
ve burun çekişlerimizin lezzeti...
yetmez mi...
başka bir hayat
zamanı değil ...
biliyorum...
ne sulu gözlülüğün...
soğan filan yakmadı gözümü..
hayır...
söyletemezsiniz...ağlamadım da üstelik...
gözden yaş akması değil ,
kalbin dağlanması biriktirdiğimiz
bir utanç
umut sel sel olur akar gönlümüzde
hepimiz konuşuruz kürsülerde
başkasının hayatı olunca önümüzde
üstümüze yoktur bizim...
kül bırakmayız yerde..
ne akıllar , ne fikirler...
bizden sorulur herşey...
kendi hayatlarımız olunca söz konusu
durulur sesimiz ..
tutulur dimağımız...
ne söyleyecek bir sözümüz vardır..
ne dinlemeye yüzümüz...
bir bayram
kaç gündür kağıda kaleme dokunamıyorum...
bu bayram neden bu kadar soğuk...
hani barıştırırdı bayramlar insanları...
hani küsler sarılırdı...
küs müyüz seninle ...
küs bile değiliz...
bir belki...
evdeyim...
oturuyorum...
bekliyorum...
telefonun gelecek ya...(gelecek mi?)
dışarı çıkamıyorum...
belki ararsın...
hayır aramazsın ... biliyorum...
belki işte....
yakışıyor işte...
şair ruhlu demişti köksal abi...
ne çok oturuyor üzerime...
şair ruhlu ... şiir gibi...
yakışıyor bana....
sen istersen ukalalık de ..
yakışıyor işte...
|
|